Datça’nın Eşekleri: “Beyaz Adam Vahşi” (!)

Yazan: Oktay BALA

Datça yarımadasını tanıtırken ilk sözlerimiz hep bu doğal zenginlikler oluyor, zira bu toprakların ruhunu tam da bu unsurlar oluşturuyor. Ancak son zamanlarda tanık olduğumuz uygulamalar, bu eşsiz güzelliklerin geleceğine dair derin endişeler uyandırıyor.

Türkiye, coğrafyasının sunduğu eşsiz güzelliklerle bezeli bir ülke. Özellikle yarımadalarımız Datça, bakir koyları, temiz havası ve hatrı sayılır masum vahşi yaşamıyla adeta cennetten bir köşe. Datça yarımadasını tanıtırken ilk sözlerimiz hep bu doğal zenginlikler oluyor, zira bu toprakların ruhunu tam da bu unsurlar oluşturuyor. Ancak son zamanlarda tanık olduğumuz uygulamalar, bu eşsiz güzelliklerin geleceğine dair derin endişeler uyandırıyor.

Tabela dikmek akıllara gelemedi?!

Dünyanın birçok ülkesinde kara yollarında, yaban hayvanlarının varlığını işaret eden uyarı levhaları görürüz: “Dikkat geyik çıkabilir,” “Domuz sürüsü geçebilir,” “Kaplumbağa yolu”… Bu tabelalar, insanın doğayla iç içe yaşama arzusunun ve hayvanlara saygısının bir göstergesidir.

Vasıfsızlık yönetici kadrolarına kadar sirayet etmiş…

İnsanlar, yaban hayatına uyum sağlamak için yollarını, yaşam alanlarını bu gerçeğe göre düzenlerler. Ancak ne yazık ki, ülkemizde farklı bir yaklaşıma tanık oluyoruz. Bir yaban eşeği dağ yoluna çıktığında, çözüm olarak eşekleri toplayıp uyutmak gibi akıl almaz bir uygulamaya başvurulabiliyor.

Bu durum, sadece o anki sorunu çözmekle kalmıyor, aynı zamanda yarın başka bir yaban güzelliğinin de yok olmasına kapı aralıyor.

Bu tür uygulamalar, sadece münferit olaylar olarak değerlendirilemez. Her alanda giderek artan bir vasıfsızlık hali, ne yazık ki en tepe yönetici kademelerine kadar sirayet etmiş durumda.

Doğayı koruma, turizmi geliştirme gibi hayati konularda bile bilgisizlik ve sorumsuzluk baş gösteriyor. Turizm bölgelerimiz, doğal dokusu ve kendine özgü atmosferiyle dünyanın dört bir yanından insanları ağırlarken, alınan yanlış kararlar ve uygulanan hatalı politikalarla adeta yerle bir ediliyor. Bu durum, sadece maddi bir kayıp değil, aynı zamanda manevi bir yıkım anlamına geliyor. Bu sessiz yıkım, bir terör saldırısından bile daha büyük bir etki yaratıyor; çünkü geleceğimizi, doğal mirasımızı yok ediyor.

Görmezden geliniyor…

Yaşanan bu tahribatın ardında art niyet mi, cehalet mi yoksa bambaşka bir karanlık güç mü var, anlamakta güçlük çekiyoruz. Ancak hissedilen koku, ne yazık ki her yönüyle pis bir koku. Ses çıkartanlar, bu gidişata dur demek isteyenler ise ya görmezden geliniyor ya da yok sayılıyor. Oysa bu ülkenin gerçek zenginliği, beton yığınları değil, yüzyıllardır nesilden nesile aktarılan doğal güzellikleri ve eşsiz biyolojik çeşitliliğidir.

Doğayı korumak, sadece çevrecilerin değil, her bireyin, her kurumun ve en önemlisi yöneticilerin asli görevidir. Eğer bugün bu sessiz çığlığa kulak vermezsek, yarın geriye sadece yok olmuş bir doğa ve pişmanlık kalacak. Datça yarımadası ve diğer turizm beldelerinin kaderi, elimizde. Doğanın nefes almasını sağlamak, yaban hayatını korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak, hepimizin boynunun borcu.

Umuyoruz ki, bu sessiz yıkım fark edilir ve doğayla barışık, akılcı çözümlerle bu gidişata dur denilir.

Görüş Ekle