datça mesudiye ne yapılır

KNİDOS VE BEN

keyifli datça - knidos manzarası
Babam Hulki Yorulmaz; Knidos antik küçük limandan yukarıya doğru evimize, çardağımıza doğru geliyordu. Ben annemin yanında şimdiki yuvarlak tapınağın olduğu. O yıllarda henüz gün yüzüne çıkmayan Afrodit tapınağında bekliyoruz. Gözümüz babamın elindeki torbada. Ayağındaki Dora ayakkabılardan birisinin, ökçesi yırtık olduğu için. Birgün önce annem odun ateşinde kızartma yaparken; sıran dediğimiz metal ıspatulayı ısıtıp ayakkabısının ökçesini , diğer eski bir Dora ayakkabıdan kestiği parça ile yamamıştı.
Pantalonunun paçaları, küçük limandan kabuklu böcek toplamak için; (yassı bedelo) diz altına kadar kıvrıktı.Üzerinde terzi Garayanağa geçen yıl diktirdiği, çizgili gayseri kumaştan gömleğinin de sağ kolu ,kol dirseğine kadar toplanmıştı. Bunu denizdeki kayaların üzerindeki böcekleri toplamak için elini suya soktuğunda ıslanmasın diye yapmış olmalıydı. Başındaki şapka geriye doğru kaldırılmış seyrek saçları şapkasının altından alnına taşmıştı. Evin altındaki son düzlüğe geldiğinde durup arkasına baktı,keçilerimiz ,büyük limanın mendireğine doğru gidiyorlardı.Babam sağ elinin baş parmağı ile işaret parmağını birleştirerek, ağzına götürdü,dişlerinin arasına aldı ve derin bir nefes alarak,dilini de bu iki parmağının uçlarına değdirip ciğerlerindeki havayı iki bölüm halin de ; Birincisi uzunca ffiiuuuvvvv olarak hemen ardından da son nefesini ,vererek fıııyyt olarak ıslık çaldı. Bu çoban ıslığıydı. Keçilerimiz bu ıslığın ne anlama geldiğini anlamışlardı. Bu ses frekansı onlara yabancı değildi.Bu onlar için bir komut tu.Gittikleri yön, çobanları tarafından istenmeyen yöndü.Keçiler bu komutu alınca zangadak durdular. Birbirlerine bakıp şimdi ne yapacağız? Der gibi başlarını dik tuttukları bir anda ; Babam yine parmakları, ağzı ve dilinin marifetiyle sesli ama kısa bir ıslık daha çaldı. FIYT.
Keçiler anlamıştı.komut geri dön komutuydu. Akşam için geceleyecekleri ağıla gelmeleri gerekiyordu. Bu arada abim Temel in Hayladın ve Eşdengil tarafına götürdüğü keçi yavruları (oğlak)da hayladın tarafında bulunan iki kayanın arasından çıkarak gelmeye başlamışlardı.Abim Temel henüz görünmüyordu. Ancak oda tek yol olan bu iki kayanın arasından çıkıp gelecekti.
Annem zaman kazanmak için çırpınıyordu.Olan akşamdı.Hemen babamın elindeki ,denizden topladığı böceklerle dolu olan torbayı alarak ,çardağın önündeki uzunca çıkıntı yapmış çalılardan birisinin kalınca dalına astı.Babamada seslenerek hadi sende ellerini sabunla yıka dedi. sabunla yıkamak çok önemliydi. Çünkü birazdan keçilerin sütü sağılacaktı. Bunun içinde anne ve baban ellerini kullanacaklardı. Babam ellerini yıkarken Temel abimde Hayladın tarafındaki kayaların arasından çıkıp geldi. Babamın ıslıkla karşıdan çevirdiği keçiler küçük liman ile büyük liman arasındaki düzlüğü geçerek karakol binası ile küçük limanın sahilinden,şimdiki büyük cadde ye çıkarak tam ortasında bulunan ve yanında da bir kırmızı dut ağacının olduğu suya doğru geliyorlardı. Analarının geldiğini gören veya onların kokusunu alan Oğlaklar da suyun olduğu Çeşme’ye doğru hızlıca koştular. Oğlaklar suya mı annelerinin sütüne mi koştuğu belli olmadı. Ortalık toz duman içinde kaldı. Her keçi meleyerek yavrusunu bulmaya çalışıyordu.
Bunu nasıl beceriyorlar hiç anlamıyordum ama her keçi ancak kendi yavrusunu emziriyordu. Suyunu içen keçiler şu anda büyük caddenin altında bulunan su sarnıcındaki yerlerine doğru ilerliyordu bu arada abim yavruları annesinden ayırıyor ve kapının ağzında kalmasını sağlıyordu. Keçiler sularını içip yavrularına biraz süt emdirdikten sonra şimdiki su sarnıcının üst kısmındaki yerini alıyor yavruları da kapının girişinde ayrıca tutuluyordu anne ve babam bir taraftan hızlıca keçilerlerdeki sütü sarmaya başladılar .Abim ve ben de nöbetleşe olarak sütü yaşadığımız yere yuvarlak tapınağın oradaki Çardağıımıza çıkartıyorduk. Beşinci süt bakracı geldiğinde ben de annemin daha önceden hazırladığı, ocağı kıbrit le yakmıştım. Kefenler ilk tutuştuğunda, çok iş cikardigi için süt tenceresini ,ateşten uzak tutuyordum. Ben bir taraftan ateşi toparlarken, anne ve babam da kovalardaki sütü bir tülbentle, büyük bakır tencerenin içine süzüyorlardı.Knidos ta elektrik olmadığı için buz dolabımız da yoktu . Keçilerden sağlanan sütler ,taze taze kaynatılıp peynir yapılmalıydı. Peyniri de taze taze olarak ,babamın denizden topladığı deniz tuzuna batırarak cam kavanozlara dolduruyorduk .Ancak bu şekilde emeğimizi paraya çevirebilirdik. Bakır kalaylı kulplu süt tenceresini; Babamın yardımıyla yanan ateşin üzerine koydukları saç ayağının üzerine yerleştirdiler. 30 kg sütün kaynaması epey zaman alacaktı.
Bu arada babam ocağın altından birkaç köz ateş alarak hemen yan tarafta küçük ateş yaktı. annemin çardağın önündeki çalı’ya astığı torbadan, deniz böceklerini çıkardı. Yan taraftaki Çalıda asılı duran büyük saç tavamızı alarak ateşin üzerine koydu. İçerisine biraz zeytinyagı döktü. Tavayı ocağın üzerine koyarak deniz böceklerini içerisine döktü. Kapının yan tarafında asılmakta olan sapları ile örülmüş sarımsak kellelerinden bir tanesini kopardı. Hızlıca soyarak bazılarını da sadece kabukları ile bıçağın yan tarafı ile ezerek, tavaya attı. Zeytinyagı ile buluşan sarımsak ve kabuklu deniz böcekleri mis gibi koktu.
Babam gençlik yıllarında evlenmeden önce süngerci olarak denizde çalıştığı için, pratik ve lezzetli yemekler yapardı. Bu deniz böcekleri de çok hoş olacağa benziyor du. Temel abim çardağın bir köşesindeki yufka yığınına yöneldi ve her birimiz için bir yufka ıslattı. Bu arada babam rakı şişesini sordu. Annem de, devrilip kırılmaması için ,çardağın yanındaki çalıların arasına yatırdığını söyledi. Babam ,çalıların arasından bulduğu rakı şişesini alarak evimizdeki tek lüks olan Zeki Müren çay bardağına koydu ve sulandırırdı. Bardağı eline alarak göz hizasına getirdi, ve şöyle bir baktı. Rakıdan ;İnsanın gözü de nasibini almalıymış.Dedi. Rakısından bir yudum aldı. Çardağıızın kuru çalılarından kopardığı nir dalıkopafıp, bunu çatal gibi kullanarak tavadaki böceğe daldırdı. Böcek kabuklarından ayrılmış zeytinyağlı sarmısak kokusuyla ,tam bir meze olmuştu babam için. Temel abim de alüminyum bir tepside hafifçe su serperek Isladığı yufkalarla, yanımıza geldi. Soframızda kurulmuştu. Annem horma zeytinle suya islayıp fazla tuzundan arındırdığı salamura keçi peynirini de sofrayakoydu. Bir taraftan yemeğimizi yerken , göz ucuyla ocağı kontrol ediyordu annem. Süt kaynayıp taşmamalıydı. O gün yedigimiz deniz böcekleri, Knidostaki küçük limanının bir lütfudur bize. Her gün süt ve süt ürünleri tüketemezdik.(Knidos) o yıllarda manavın hiç uğramadığı bir yer. Henüz köylerimize, şok,A-101,Miğros, gibi market zincirleride yok. Bulduğumuzu yiyoruz. Ama sağlıklı besleniyoruz .Yediklerimizin hepsi doğal ürünler.
Yeşillik olarak bütün bildiğimiz; annemin zaman zaman topladığı; gavşak, turp, turpucu, çolaka (papatyanın taze gövdesinin çıçek olmadan haşlanıp sarmısak ,limon zeytinyagı ile) , deniz kıyısında ki taşların arasında bulunan,Geneviz( sosyetede: kaya koruğu)et ürünleri olarak da etrafımızda bolca keklik, tavşan, denizden balığı elimizde yakalayacak kadar bol, kuruyemiş olarak, Çitlenbik, pinar Pelidi, kurutulmuş dağ çileği, tatlı olarak da;Keçiboynuzu, kavrulmuş bademli incir, kaymaklı bal, tüketirdik. fenerci Mehmet amcanın; genç kızlığa yeni adım atmış kızı Safinaz abla; Çifte kırma tüfeği tek eliyle omuzuna atarak önünden kalkan kekik alayının, içinden bir tanesini, ikinci elini kullanmadan tek elle Çifte kırmayı omuzuna dayayıp ateş ederek Kekliği indirirdi. Yalnız bu becerisini keklik olayını sonuna kadar avlayarak yapmazdı.
Bundan dolayı da sabahları etrafımızda keklik sesiyle uyanırdık. Fenerci Mehmet amca; fenerdeki görevini yapmanın mutluluğuyla sabahleyin kalktığında kemanî ile(ah İ liman çalıları, yol ettim yalıları,. Tin , tin, tini mini hanım. Seni seviyor canım.) gibi neşeli şarkılar çalardı. Ben onun hiçbir zaman hüzünlü bir melodiyi kemanî ile caldığını duymadım. Etrafındakilerinin hep neşeli olmasını isterd.Knidos Fenerindeki ;periyodik bakım ,onarım ona anahtar kullanma becerisini kazandırmıştı kendi kullandığı Üçtekerli motosiklet Fenerci Mehmet amcanın anahtar tutan elleri sayesinde her zaman çalışır durumda olurdu.Knidos ta olabilecek acil bir durumda ambulans görevi görüyordu. Aşağıda büyük limanın kuzeyinde bulunan deniz ile tiyatro arasına sıkışmış taş duvarlardan yapılmış ,çatı üzeri köyden getirilmiş kargılar ile deniz kenarından toplanan Poseidon’a (erişte) ve üzeri gök toprakla kaplı önceleri ,sığınak olarak kullandıkları daha sonra kahveye çevirdikleri 15 metrekarelik yerde; Bakır tencere ve kapağından düzenlenmiş çaydanlık ile Bodrum’dan, Marmaris’ten, köyden Knidos’a gelen , balıkçı ve denizcilere çay kahve ve isteyenlere sigara satan Topuz dede gözü ufukta beklerdi.  Sonradan oğlu Ruşen tarafından Baba Restaurant olarak işletilen bu yer ; Sadun Boro nun İlk dünya seyahatından anıları nı anlattığı ;VİRA DEMİR ISIMLI KITABINDA VATAN TOPRAKLARINDA ILK ADIM BAŞLIĞIYLA KÖYÜMÜZÜN BALIKÇILARINDAN DURSUN MUSLU ILE FOTOĞRAF ÇEKTIREREK KITABINA KOYDUĞU VE DÜNYA DENIZCILER‘NE SUNDUĞU YERDIR.
Sadun Bora dünyayı dolaştıktan sonra Salacak’tan çıktığı dünya seyahatini tekrar Türkiye’ye döndüğünde dinlenmek amacıyla ilk KNİDOS ta karaya ayak basmıştır. dünyayı dolaşan denizcimiz Sadun Boro; yıllar süren seyahatinden sonra Türkiye’de ilk defa Knidos’ta , Ruşen Topuz ve eşinin ellerinden yemek yemiştir. bugüne uyarladığımızda Sadun Bora’yı ilk defa karaya çıkaran balıkçı Dursun Muslu‘nun oğlu ile Ruşen Topuz’un kızı izdivaç yaparak hala köyümüzde küçük işletmeleri ile hizmet vermeye devam etmektedirler.
datça apart otelleri lara apart  datça tekne kiralama

Editör Köşesi

Aslan Atilla YORULMAZ

Görüş Ekle